Geçen günlerde Diyarbakır Dicle’den bir öğretmen arkadaş aradı. “Hocam size bir hatıramı anlatsam yazınızda yer verebilir misiniz? Belki birileri şükür eder” Dedi. Tabi buyurun hocam dedim.
Anlatmaya başladı; Biz 11 kardeştik, uzak ve ücra bir köyde kalıyorduk. Zaman geçti, büyüdük her birimiz farklı bir şehre yerleştik. Kimimiz evlendi gitti, kimimiz de çalışmak için iş vesilesiyle gitti. Velhasıl hepimiz köyden ayrıldık. Annem babam hiç bir zaman köyden ayrılmadılar… Babam vefat ettikten sonra annem tek başına kaldı. Hiç bir evladının yanına sığmadı ya da sığdırılmadı. Köyden her ayrıldığımda onu ardımda bırakmak yüreğime oturuyordu. Evlilik ve psikolojik halim bunu hiç kabullenemiyordu.
Annemin yanına her gittiğimizde dolaplara koyduğu en değerli yiyeceklerini, çerezlerini çıkarır bize verirdi. Kışın sobayı kendisi yakar, hatta çocuklarım gelir ısınamaz diye; en kolay yanan ve ısısı yüksek olan odunları ayıklamıştı, her gelişimizde sobaya onları atardı. Nasırlaşmış elleri ve titreyen parmaklarını görünce sonradan fark ettim ki; yalnız olduğu gecelerde sobayı yakmadan yatarmış…
Evimiz pek büyük değildi; alt katı hayvan ahırıydı, üstünde de tek bir odası vardı. Hepimiz o evde dünya ya geldik ama maalesef şimdilerde hiç birimiz o eve sığamıyoruz… Annem; O evdeki yaşanmışlıkları ve hayatının son döneminde çektiği büyük yalnızlığı nasıl sığdırmıştı o yüreğine, hala aklım almıyor.
Ne zaman telefonunu arasak, neredeyse çalmadan açardı. Muhtemelen telefonun başında otururdu, belki bir arayan olur diye. Babam vefat ettiğinde “ah-vahlar içinde feryat figan etmişti.” Oysa şimdi daha iyi anlıyorum onun bütün feryat ve figanlarının “eşsiz kalmanın, yalnız geçecek yılların ve acıların iç sesiydi bu.”
Bizi büyütüp besleyen, giyindirip süslendiren, biraz daha uyuyalım diye sabah kahvaltısını biz uyanmadan hazırlayan, her yemekte; “acaba evlatlarımdan biri aç mı? Onların durumu nasıl? Sınavları nasıl geçti? Bir sıkıntıları var mı?” Diye diye kendi hayatını hiçe sayan Annemi kaybedince anladım ki yeri ıslatan yağmur bile dert olurmuş insana. Bende istedim ki annesi babası hayatta olanlar kıymetini bilsin.
Maalesef insanların ölüm gerçeği ile yüzleştiği; bedenlerin hızla yaşlandığı, ruhların ise hala kendini genç gördüğü dönemlerdeyiz. Bu yüzden yaşayan değerlerimize kıymet verelim. Hayat, her ne kadar baştan sona doğru yaşansa da, değeri, hep sondan başa doğru anlaşılıyor. Yaşadığımız hayatı değerli kılan tek şey ise ölüm gerçeğidir. Yaşını yemiş bir ihtiyara kula verirsek duyarız; keşkelerini, eyvahlarını, pişmanlıklarını…
Erhan BOZKURT
YORUMLAR