İşçinin sessiz çığlığı, umudun kırık nefesidir şantiye alanları…
Yıllarca şantiyelerde çalışan biri olarak yazıyorum bu satırları. Hâlâ oradayım. Aynı yorgunluk, aynı suskunluk, aynı umutsuzluk… Konuşmak kolay değil. Çünkü konuşan, işten atılıyor; susan, içine atıyor. Ben onların yerine konuşuyorum. Çünkü şantiyelerde hayat yok. Orada sadece umutlar kırılır, hayatlar erir.
KAZANAN HEP PATRONLAR OLUYOR!
İhaleleri toplayan onlar. Fiyat farkı ödemelerini cebe indiren onlar. Zarar etmeyi akıllarından bile geçirmeyen yine onlar. Çünkü bu sistem onlar için kurulu. Ama aynı sistemde işçi, ayın sonunu nasıl getireceğini kara kara düşünmek zorunda. Bir maaşla mı ev kirasını ödesin? Markete mi yetişsin? Elektriği mi yatırsın? Yoksa çocuğunun okul masrafına mı yetişsin? Hiçbiri tam anlamıyla karşılanamaz. Çünkü bu düzende işçinin emeği değersizleştirilmiştir.
Patronlar, konu hak, hukuk ya da adalet olduğunda suskundur. Ama sıra nutuk atmaya gelince hepsi birer “vatansever”, hepsi “dindar” kesilir. İşçinin hakkını vermemeyi “şahsi kanaatlerine”, “vicdanlarına” göre gerekçelendirirler. Çünkü onların dini de, milliyeti de, vicdanı da kendi çıkarları kadar çalışır. Ve sonunda hep aynı cümleye sığınırlar:
“Beğenmiyorsan kapı orada.”
ŞANTİYELERDE BİLGİNİN DEĞERSİZLEŞTİRİLMESİ & MESLEKİ EMEK VE VİCDANİ ÇÖKÜŞ
Bir şantiyeye adım attığınızda, birbirinden farklı ama aynı hedefe odaklı onlarca meslek grubuyla karşılaşırsınız. Mühendisler, mimarlar, muhasebeciler, teknik personel… Hepsi, yıllar süren eğitimlerin, emek dolu öğrencilik hayatlarının ve sayısız fedakârlığın sonucunda o alana gelmiştir. Kimi üniversite sıralarında gecesini gündüzüne katmış, kimi sahada yıllarca deneyim kazanarak kendini var etmiştir.
Ancak ne yazık ki, birçok şantiyede bu bilgi birikimi ve mesleki yetkinlik yeterince kıymet görmez. Karar alma süreçlerinde, iş organizasyonlarında ya da günlük işleyişte bilgiye değil, otoriteye ve yüksek sesliliğe öncelik verilir. Mimarın planı, mühendisin hesabı, muhasebecinin uyarısı, çoğu zaman yeterince dikkate alınmaz. Eğitimle, deneyimle, uzmanlıkla kazanılmış görüşler; bir “iş bitsin de nasıl biterse bitsin” anlayışına kurban edilir.
Bu durum sadece mesleki bir itibarsızlaştırma değil, aynı zamanda vicdani bir çöküştür. Çünkü bu tavır, insanların bilgiye değil, güçlü görünene, bağırana, otorite sahibi olana boyun eğmesini bekler. Oysa sahada çalışan her teknik personel, görevini hakkıyla yapabilmek için yalnızca iş tanımına değil; saygıya da ihtiyaç duyar. Bu saygı, birinin sadece okumuş olmasıyla değil, o bilgiyi sahada doğru ve güvenli biçimde uygulamasıyla ilgilidir.
Şantiyeler bilgiyle işler. Bir mühendis yanlış bir hesap yaparsa, bir mimar yanlış bir çizim verirse, bir muhasebeci maliyetleri doğru analiz etmezse; sadece zaman kaybı yaşanmaz, can güvenliği riske girer, firmalar büyük zararlar görebilir. Dolayısıyla her meslek grubunun bilgiye dayalı katkısı, yalnızca işin kalitesi için değil, aynı zamanda insan hayatı için de hayati önemdedir.
Şantiyelerdeki bu kültürel deformasyonu değiştirmek, bilgiye ve emeğe saygıyı yeniden inşa etmekle mümkündür. İşin ehline danışmak, fikri olanın sesini kısmamak ve eğitimi küçümsememek; daha adil, daha güvenli ve daha nitelikli çalışma ortamları yaratmanın temelidir.
AKRABA YÖNETİCİLER EN BÜYÜK YÜKTÜR!
Amca, yeğen, kuzen… Patronun kanından geliyorsa, bilgiden, liyakatten, deneyimden geçmeden en yüksek koltuğa oturtulur. O koltukta otururken ne bir projeye katkı sunar, ne bir işçiye fayda… Tek meziyetleri soyadlarıdır. Bu insanlar çoğu zaman ne saygı görmeyi hak eder, ne de sorumluluk taşımayı bilir. Kendi yetersizliklerini emir vererek örtmeye çalışır, egosunu şişirerek kendini önemli sanırlar. Aslında ne olduklarını herkes bilir: Kanı beş kuruş etmeyen bir zavallılık sergilerler.
İş bilmezler ama buyururlar, üretmezler ama yönetirler. İşçinin alnındaki terin, sırtındaki ağrının, gözlerindeki yorgunluğun ne anlama geldiğini bilmezler. Onlar şantiyeye bir ‘serin ofis’ gibi bakarken, işçi her gün betona diz çöker, demire tutunarak ayakta kalır. Gerçekten çalışan, üreten, sırtlayan işçidir. Onlar sabahın köründe servis beklerken, bu torpilli yöneticiler öğlene doğru sahada belirip bir iki emir yağdırıp geri çekilir.
Ve tüm bu adaletsizlik, emeğin hiçe sayılmasıyla birlikte daha da can acıtır. Oysa şantiyeleri ayakta tutan, patronun akrabası değil; bir küreği bin kez sallayan, bir taşı bin kez yerleştiren, teriyle demiri yoğuran işçidir. Gerçek yönetici, sorumluluk taşıyan, alın terine saygı duyan, işçinin emeğini yücelten kişidir — soyadıyla değil, karakteriyle yükselendir.
Bu düzenin en ağır yükü işçinin sırtında değil, iş bilmez yöneticilerin kibirli gölgesindedir. Ve o gölge büyüdükçe adalet daha da karanlıkta kalır.
RAKAMLAR KAN AĞLIYOR!
2023’te 454 inşaat işçisi hayatını kaybetti.
2024’ün ilk üç ayında bu sayı 125
İşçilerin %65’i 10 saatten fazla çalışıyor,
%82’si fazla mesai ücreti alamıyor.
%70’i yıllık izne çıkamıyor.
Bayramlarda ailesini göremeyenlerin oranı %84
Bu rakamlar değil, sessiz çığlıkların istatistiğidir.
BARINMA MI DEDİNİZ?
16 kişi bir konteynerde. Ne mahremiyet, ne temizlik ne nefes… Ucuz yemek, sıfır besin değeri. Patronun bir akşam yemeği, işçinin bir aylık maaşı kadar. Barınma değil, hayatta kalma mücadelesi.
BU KÖŞE SUSANLARIN SESİ OLACAK!
Ben kalemimle değil, yüreğimle yazıyorum. Çünkü onlar konuşamaz. Ama ben konuşacağım. Çünkü bu düzen ya işçinin sesiyle değişecek, ya da sessizlik hepimizi boğacak.
Her kelime, bir ter damlası içindir.
Her cümle, bir umut kırıntısı.
Her paragraf, susturulanların çığlığı olacak.
Bu köşe, ne makam sahiplerine yaranmak, ne de olanı biteni görmezden gelmek için var. Bu köşe, şantiyede ekmeğini demire, betona, toprağa yazanların, sabahın köründe yola düşenlerin, öğle yemeğini gölgelikte yiyenlerin köşesi olacak.
Burada, yalnızca bir muhasebeci değil, bir tanıklık konuşacak.
Yoksulluğa, sömürüye, eşitsizliğe tanıklık eden biri…
Bu köşede, susanların sesi olmaya devam edeceğim.
Çünkü hâlâ umut var. Çünkü hâlâ değiştirebiliriz.
YORUMLAR