Öyle bir coğrafyadayız ki; bir gün gündemi takip etmezsek… mağarada 300 yıl uyuyan Ashab-ı keyf gibi uyanıyoruz.
Son zamanlarda ülke olarak nice badireler atlattık, atlatmaya da devam ediyoruz. Salgın, savaş, deprem derken buralara kadar geldik. Toprağımız var olduğu sürece savaşımız da varolacaktır. Ancak ne var ki! Savaşımız sadece düşmanla değil! Eşimizle, dostumuzla, ailemizle, akrabamızla da vardır.
Bir çürümenin ortasında kibrimize tutunmuş, iyi şeyler düşünerek yaşamaya çalışıyoruz. Oysa her tarafta ucuz duyguların utanmışlığı, soğumuşluğu var… sosyal çürümenin geldiği son nokta adeta şeytanı bile utandırdı.
Öyle bir zamandayız ki, Edepsiz edepten, ahlaksız ahlaktan, itikadı bozuk imandan.. İnsan olmayan insanlıktan, söz eder oldu. Öyle bir zamandayız ki; Düşman’a yapılan hileye, en önce dostlar kanıyor. Dost’a verilen nasihate, en önce düşman kulak veriyor. Öyle bir zamandayız ki yoldan geçerken başımıza ne geleceğinin hiçbir garantisi yok. Böyle tedirginlikle, bozuk psikolojiyle; nasıl da kaçmak istiyoruz birbirimizden…
İnsanlık, yerleşik düzene geçmeye başladığı günden beri doğanın gücü karşısında zaman zaman yetersiz ve güçsüz kalsa da pes etmedi. Herhangi bir güvensizlik çıktığında yaşamı değişik bir formata dönüşüyordu. Korku ile de tanışan insanoğlu Korkutanın egemenliğini kabul etmeye başladı. Korkutan, güvenlik sağlıyor bu sayede egemenliğini onaylatıyordu. İnsanlar korktukça egemen güç büyüdü ve güçlendi. Güçlenen egemen güç bu defa yeni korkular üretmeye başladı, İnançları ve bilmemeyi en kıymetli altyapı olarak kullanarak kendi egemenliğine kuvvet ve güç kazandıracak yeni korkular üretti.
Zaman yaklaşıyor çoğu insan gerçekleri öğrendikce korkmaya da başlayacaktır. lakin akıl edenler için korku yok ama düşünüp sorgulamayan ve araştırmayanlar için büyük bir yıkım ve yok oluş çoktan başladı bile.