İslâm’ın 5 şartını yerine getirerek Allah’a ulaşmayı dilemeden ve ibadetten zevk almadan ibadet edenlerdir. İç dünyalarına hiçbir zaman şevk gelmeyecektir, hep gönülsüz ibadet edeceklerdir. Allahütealâ bir hayır dokundursa bundan memnun olur ama fitne isabet ettirse, Allah’tan yüz çevirir, ibadetlerinden de vazgeçerler. Onlar zaten hüsrandadırlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir.
22/HACC-11: İnsanlardan (öyle) kimseler vardır ki, Allah’a az (gönülsüz) ibadet eder. Ona bir hayır isabet etse onunla tatmin olur. Ve bir fitne isabet etse yüz geri döner. (Onlar), dünyada ve ahirette hüsrandadır. İşte o, apaçık hüsrandır.
10/YÛNUS-7: Muhakkak ki onlar, bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar ayetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
İnsan kendi dinini yaşayamaz, yaşaması gereken Allah’ın dinidir. Birçok insan, belirli zamanlarda ibadet ederek, ara sıra Kur’an okumakla Kur’an ahlakını ve din ahlakını yaşadıklarını zannederler. Bu kişiler genellikle nefislerinin bencil arzularının ardına düşerek, dünyevi çıkarlarını gözeterek yaşarlar.
Bu durum, insanların kendini aldatmasından başka bir şey değildir. Kur’an’da, Müslüman’ım diyen bu yaşam tarzını benimsemiş kimi insanların Allah’a ‘bir ucundan ibadet ettikleri’ bildirilir: İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık hüsranda olanlardır.
Cahilce, kendi mantık örgülerine göre bir din yaşayan toplumun bireyleri, Kur’an ahlakının gereklerini, yalnızca kişisel çıkarlarla uyumlu olduğu durumlarda yaşarlar. Onlara göre, namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak, hacca gitmek, kelime-i şehadet getirmek yani beş şartı yerine getirmek, sabır göstermek, tevekküllü olmak, hoşgörülü davranmak, ihtiyaç içinde olanları korumak ancak çıkarlarla çatışmıyorsa uygulanabilir. Eğer toplum içinde takdir görülecekse, ibadet etmek ve güzel ahlak özellikleri sergilemekte kendilerince bir sakınca görmeyen bu kimseler, şayet toplumdan tepki alacaklarını düşünürlerse, bu dini sorumluluklardan hiç haberleri yokmuş gibi davranırlar.
Hâlbuki İslam’ı ve Kur’an’ı yaşamanın ilk şartı Allah’a ulaşmayı dileyerek mürşidine tabi olup nefs tezkiyesi yapmakla mümkündür.
Böyle yaşayan kişiler, ahiretin varlığına da kesin bilgiyle iman etmezler. Çünkü yaşamlarının bir kısmını Kur’an ahlakını, geri kalanını ise dünya hayatını yaşamaya ayırmışlardır. Hatta bazen bu kişinin gününün neredeyse 23 saati Kur’an ahlakından uzak geçerken, dini yaşamaya ancak bir saatini ayırır. Oysa insanın yaşamı, ölümü, ibadetleri ve kulluğu yalnızca Allah için olmalıdır.
Dünyevi değerlere çok önem veren bu kişiler, sadece belli dönemlerde ihtiyaç içinde olanları korumayı, yoksullara sadaka vermeyi, yardım etmeyi yeterli görürler. Bunlar güzel ve teşvik edilmesi gereken davranışlardır. Ancak bu kişilerin yardımlarındaki asıl amaç, genellikle toplumda ‘hayırsever’ sıfatı kazanabilmek ve böylece saygın bir yer elde edebilmektir.
En büyük yanılgılarından biri ise, beş şartla dini yaşadıklarına ve Kur’an dışı inanışlarına rağmen kendilerinin gerçek anlamda Kur’an ahlakını ve İslam’ı yaşadıklarını öne sürmeleridir. Oysa gerçek İslam’ın yani Kur’an’daki teslim dininin, bu insanların emaniye din bilgileri üzerine kurdukları İslam ve çarpık mantık sistemleri üzerine kurdukları sapkın yaşamlarıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Allah razı olsun.
YORUMLAR