Sabahın erken saatlerinde sosyal medyada göz gezdirirken, gözüm bir kez daha acı dolu bir habere takıldı: Bir çocuk daha hayata gözlerini yummuş, bir kadın daha şiddetin kurbanı olmuş. Bu haberler artık o kadar sıradanlaştı ki, çoğu zaman bir iki satır okuyup geçiyoruz. Oysa her kaybedilen çocuk, aslında geleceğimizin kaybolması demek. Her mağdur edilen kadın, toplumun vicdanında açılan derin bir yara.
Çocuklar… Geleceğin umudu, yarının kurucuları. Ama ne yazık ki, onların hayatları daha başlamadan bitiyor. Kimi zaman hastalık, kimi zaman ihmal, kimi zaman ise bizzat ailesi tarafından yaşama hakları ellerinden alınıyor. Çocuk ölümleri üzerine ne kadar konuşulsa, ne kadar yazılsa az. Filozof Jean-Jacques Rousseau, “İnsan doğası gereği iyidir” derken, toplumsal koşulların onu bozduğunu savunur. Bugün bir çocuğun hayatı kararıyorsa, dönüp bakmamız gereken yer de toplumsal yapımız olmalıdır. Çocuklar, en savunmasız dönemlerinde bizlere emanettir ve onlara karşı olan sorumluluklarımızı yerine getiremiyorsak, toplumsal olarak başarısızız demektir.
Bir de kadınlar var… Hayatın yükünü omuzlarında taşıyan, ailesini ayakta tutan, iş hayatında mücadele eden kadınlar. Ama ne yazık ki, en güvenli hissetmeleri gereken yer olan evlerinde, en çok tehlikeye maruz kalanlar da onlar oluyor. Kadına yönelik şiddet, yalnızca fiziksel saldırılarla sınırlı değil. Psikolojik baskı, ekonomik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derin yaraları da her gün kadınları yıpratıyor. bunlarla beraber toplumsal normların ve dayatmaların kadının üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu gözlemliyoruz. Kadınların maruz kaldığı şiddet de tam olarak bu toplumsal dayatmaların bir yansıması değil mi? Kadına yönelik şiddet, aslında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en çirkin yüzü.
Peki, bu karanlık tabloyu nasıl değiştirebiliriz? Elbette çözümün bir parçası olmak herkesin sorumluluğunda. Eğitimle, farkındalık yaratarak, şiddete karşı toplumsal bir direnç oluşturarak bu döngüyü kırabiliriz. Çocuklarımızı şiddetten korumak, onlara güvenli bir gelecek sunmak için daha çok çalışmalıyız. Kadınların hak ettiği saygıyı ve güvenliği sağlamak için yasaları güçlendirmekle kalmayıp, zihniyetleri de değiştirmeliyiz. Biz de bu dünyayı daha yaşanabilir, daha adil bir yer haline getirebiliriz.
Her çocuk ölümünde, her kadına yönelik şiddet vakasında aslında hepimiz bir şeyler kaybediyoruz. İnsanlığımızı, vicdanımızı ve en önemlisi geleceğimizi. Mahatma Gandhi’nin şu sözü bu durumu çok iyi özetliyor: “Bir toplum, en savunmasız üyelerine nasıl davrandığıyla değerlendirilir.” Çocuklarımız ve kadınlarımız bu toplumun en savunmasız üyeleri. Eğer onları koruyamıyorsak, toplumsal vicdanımız da yara almış demektir.
Unutmayalım, çocukların gülüşleri sustuğunda, toplumun sesi de susar. Kadınlar özgür olmadığında, toplumun yarısı zincirlenmiş olur. Gelin, geleceğimizi ve vicdanımızı birlikte koruyalım. Çünkü geleceği ancak bugün attığımız adımlarla şekillendirebiliriz.
YORUMLAR